Dünya parçalanıyor mu: Çanlar kapitalizm için çalıyor
Dünyanın nereye gittiğiyle ilgili veriler; Brexit problemi, Trump krizi ve yeni bir paradigmanın ortaya koyulamayışı aynı kriz sürecinin bileşenleri olarak değerlendirilince anlam kazanıyor. 150 yıl sonra Marx’a ve 100 yıl sonra Lenin’e böylesine yakıcılık kazandıran bir değişim, kuşkusuz, bir devrimle ve yeni bir düzenle taçlandırılmayı hak ediyor.
Anıl Çınar
Cuma, 31 Mart 2017 09:11
2014 yılı dünyanın nereye gittiği hakkında önemli verilerin meydana çıktığı bir yıl olmuştu. Bunlardan en önemlileri ABD’nin dünyadaki eski yerinin daha çok sorgulanmasıyla ilgiliydi.
Bazı verilere göre 2014 yılı aynı zamanda ABD’de gerçekleşen Black Friday harcamalarının %11 düştüğü bir yıl olmuştu. 2008 krizinden beri ilk defa böyle bir düşüş gözleniyordu.
Black Friday harcamalarının istatistiği eğer Walmart’ın patronu değilseniz ya da Walmart’a ürün tedarik eden bir Çin firması değilseniz pek bir anlam ifade etmez gibi gelebilir. Ancak durum pek de öyle değil; çünkü 2008 krizinin geçip gitmediği her yerde hissediliyor; dahası, izleri aranıyor.
Noel tatili öncesi kitleler halinde insanın büyük alışveriş merkezlerine akın edip kredi kartlarını kullanarak yığınla alışveriş yaptıkları bir günün ismi Black Friday. Dünya ekonomisinde ABD’nin kapladığı yeri anlamak içinse bir pencere işlevi görüyor.
Bu bir dönüşümü anlatıyor. ABD kapitalizminin üretkenliğinin sembolü Detroit, yerine bir ıssız kent bırakırken yeni sembol artık Walmart olmaya başlamıştı. Devasa bir ekonomiye sahip ABD’de üretim elbette yok olmadı; fakat sermaye mantığının ülke sınırı tanımıyor olması işleri değiştirmişti.
Başta ABD olmak üzere emperyalist merkezlerde biriken sermaye için en garantili kâr elde etme yolu diğer ülkelere girip çıkmak ve Lenin’in tabiriyle kupon toplamaktı. ABD, finansal egemenliğinin ürünü olan bu mekanizma sayesinde, borçlarını da dış finansmana bağlıyor ve kendisine geri dönen parayla vatandaşlarının Walmart’lara koşabilmesini olanak yaratıyordu.
Şimdi Trump vesilesiyle bu durum daha çok sorgulanır oldu. Trump tarafından yeni kurulan Beyaz Saray Ulusal Ticaret Konseyi direktörü Peter Navarro “Çin malı kullanmayın”ın ötesine geçen bir şiddetle saldırıyor, belgeseller yayınlıyor.
Finansal egemenliğin önemli bir yönü ortak paranın dolar olması. Doların ise yerini başka standartlara bırakması hızla gerçekleşebilecek bir şey değil. Çünkü ani değişiklikler yalnızca ABD borçlarının baş finansörü Çin’i değil, onun izinden, tüm dünya ekonomisini iyice rayından çıkartacak bir kilitlenmeye neden olabilir. Son verilere göre de ABD borçlarının başlıca finansörlerinden biri Çin olmaya devam ediyor.
Fakat karşılıklı ilişkinin boyutu yalnız “sıcak akış”tan ibaret değil. Sermayenin kâr mantığına göre üretim yapılacaksa onu da Çin’de yapmak daha makuldu örneğin. Dünya ekonomisinin böyle gelişmesine neden bir dizi parametre üst üste binmişti; fakat sonuçta eşitsiz ve bileşik gelişim kendisini gösterdi.
Son 20 – 30 yılda gerçekleşenler birincisi, kapitalizmin nasıl bir dünya ekonomisi yarattığı ikincisiyse, bir sistem olarak asalaklığın finansallaşmayla birlikte nasıl tavan yaptığı hakkında bilgi veriyor.
Finansallaşmadaki artışı neoliberalizmle ya da dünya ticaretinde yaşanan toplam artışı montaj sanayi vb.nin farklı ülkelere dağılışı ile açıklamak da mümkündür. Fakat “küreselleşme” denilen yanılsamaya kapılmak istemiyorsak değişimi sermayenin tüm politikalarına renk veren kâr mantığı ve onun ürünü olan emperyalist sistemin asalaklığı, çürümüşlüğü ile değerlendirmek gerekiyor.
Bununla birlikte, birbirine bu kadar geçişken bir dünyanın parçalanmaya başlıyor olduğuyla ilgili yorumları ciddiye almak gerekiyor. Elbette yalnızca böyle bir şeyin ne kadar mümkün olduğu üzerine tartışıp durmak pek anlamlı değil. Tam da sistemin bütününü sarsan bir krizin mevcut dengeleri neden değişmeye zorladığını, yeni bir dünya yaratmak isteyenlerin kurtuluşunu tartışmak için incelemek gerekiyor. Bunun için, bu labirentten çıkmakta zorlanan egemen güçlerin teklediği noktaların hesaba katılması gerekiyor.
Tek tek kapitalistler, sınırsız gelecek boyunca kârı hep kendisi toplasın, bunu yaparken de ayağını bastığı ülkedeki güvenli konumu hiç bozulmasın ister. ABD’deki sermaye çevreleri de şüphesiz böyle isterdi; fakat ne kapitalizm denge tutabilirdi ne de ekonominin yasaları sabit bir asimetriye imkan veriyordu.
Şimdi dünyanın en büyük ekonomisi ABD olmaktan çıktı. 2016 tahminlerine göre Çin ve AB, ABD’nin önünde gözüküyor.
Fakat bununla kalmıyor, geçilen on yıldan sonra dünya ekonomisinde söz sahibi merkez ülkelerin bu ortaklıktaki paylarının da azaldığı gözüküyor.
Krizin dünyasında tüm bu veriler ve değişim egemenler için problem arz ediyor; çünkü kârın nasıl devam edebileceğiyle ilgili sorunlar tam da krizi yaratan eğilimlerin kendisinden doğup gelişiyor. Kârına kıskançlıkla sahip çıkan egemenler için bu aynı zamanda yükselen bir rekabet demek. Devletler arasında, kapitalistler arasında, politikalar arasında… Yani yansımalar hayatın her alanda karşılık buluyor. Dünyanın yerleşik kalıpları ve kurumsallıkları sorgulanıyor; ticaret anlaşmaları, birikim modelleri, ülkeler arası bağımlılıklar elden geçiriliyor.
Böylece dünyanın nereye gittiğiyle ilgili veriler; Brexit problemi, Trump krizi ve yeni bir paradigmanın ortaya koyulamayışı aynı kriz sürecinin bileşenleri olarak değerlendirilince anlam kazanıyor.
150 yıl sonra Marx’a ve 100 yıl sonra Lenin’e böylesine yakıcılık kazandıran bir değişim, kuşkusuz, bir devrimle ve yeni bir düzenle taçlandırılmayı hak ediyor.
Kaynaklar:
http://ticdata.treasury.gov/Publish/mfh.txt
International Trade and Economic Growth By Van den Berg, Hendrik, Joshua J Lewe
http://www.imf.org/external/pubs/ft/fandd/2014/09/kose.htm
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/rankorder/20…
http://ec.europa.eu/eurostat/documents/3217494/7589036/KS-EX-16-001-EN-N…
http://www.pymnts.com/news/social-commerce/2014/what-really-happened-on-…
http://haber.sol.org.tr/toplum/dunya-parcalaniyor-mu-canlar-kapitalizm-icin-caliyor-191109